23 Aralık 2013 Pazartesi



Hep şiirler geçiyor aklımdan. Şarkılar sonra. Sonra bir bakıyorum Zeynom, yok yanımda. Aslında yok gibi değil de, sadece ulaşamıyorum  o kadar. Yani ne bileyim Arıklı'da ya da İstanbul'da bir yerlerde    telefonu çekmiyor, öyle internet falan kapamış da iletişim kuramıyoruz sanki sadece. Tuhaf bir şey, zaman uçmuş gibi, zamansız bir şey. Hani sanki o kadar zaman geçmemiş, sanki tüm bunlar olmamış da birazdan Samatya'ya ineceğiz beraberce. Şapkasını tutacağım, ayakkabılarını geçirirken ayaklarına. Bir yaz sıcağı çarpacak yüzümüze apartman kapısında çıkar çıkmaz. Sonra sola doğru kıvrılacak sokak. Yoruldum biraz soluklanalım diyeceğim, bulduğumuz ilk duvarın üstüne oturup ayaklarımızı sarkıtarak, ahşap Rum evini izleyeceğiz karşıdaki. Samatya ve Kuyulu Bakkal Sokak arasındaki tüm yolları, kahveleri, camileri, kiliseleri, ağaçları, kuşları, kedileri, yıkık duvardan başını uzatan incir ağacını hepsini tanıdık tatlı bir ezbere alacağım ve hiç unutmayacağım.
Şiirler diyordum, yazıyı yazdıran aklımdan belli belirsiz geçen Ece Ayhan şiirinin bir kaç dizesini yazıp bırakıyorum.  
Kapkaragümrüklü ölçüsüz uyaksız Ali çocuklar.
Asılmak bilirsiniz kesin tehlikeli ve yasaktır.
Edirnekapı-Bahçekapı sarı kamu tramvaylarına 

15 Aralık 2013 Pazar

Sanatkârın Ölümü


Sanatkârın Ölümü
Gitti gelmez bahar yeli; 
Şarkılar yarıda kaldı. 
Bütün bahçeler kilitli; 
Anahtar Tanrıda kaldı.
Geldi çattı en son ölmek.
Ne bir yemiş, ne bir çiçek;
Yanıyor güneşte petek;
Bütün bal arıda kaldı.
Cahit Sıtkı Tarancı

7 Aralık 2013 Cumartesi

Şahdamar

Sezai Karakoç var bugün menüde, Ümit Ünal'ın blogunda rastladım.


Siz hürsünüz; siz şartsız ve kayıtsızsınız
Bir balığın, bir siyah, bir kara balığın
İncecik kılçığı üzerine yemin edersiniz;
(K) harfi üzerine yemin edersiniz.
Rakı içen kadınların, çiçek yiyen kızların
İyilikleri, günahları ve çeyizleri üzerine yemin edersiniz.
İstakozların, kırmızı ve mavi istakozların
Bir mavzerlik peygamberlikleri üzerine,
Küçük ve büyük, acılı ve acısız
Yeminler yeminler yeminler edersiniz.
Siz siz üzre yeminler edersiniz.

Biz hayret eder, kuvvet eder, dudağımızı bükeriz;
Dudağımızı kör makaslarla dilim dilim ederiz
İki tane elimiz var deriz;
Bin tane elimiz olsaydı
Bini birbirinin aynı olurdu deriz.
999 elimiz kağıt gibi yansın,
Bir elimiz güneş gibi dursun..
Biz elbette dudak büker, hayret ederiz.

Biz inkar eder, inkarı severiz;
Bayram hediyenizi iade ederiz
Biz mahcup ve onurlu çocuklarız
Başımızı kaldırıp bir bakmayız
Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz
Siz güvercinleri gözlerinden vurursunuz
Siz ekmeğin hamurunu, aşkın hamurunu samandan yoğurursunuz
Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz

Toprağı zindana koyduk biz
Üzerine yedi kilit vurduk biz
Kaç gelinin alnında kaç yumurta kırdık biz
Varsın yarın takılsın benim çene kemiğim
Bir köpeğin ön dişlerine
Ve Fahriye'nin kürek kemiği tam ortasından kırılsın
Biz inkar eder, şah inkarlar severiz.
Kafamızı kaldırıp bir bakmayız
Ruhumuzun içinde kar yağar
Anamızdan doğduğumuz geceden beri
Heybemizi emektar makinelere yükleriz
Fikirlerimizi tifil vinçlere
İri buğday tanelerinin trenleri yürüttügünü bilmeyiz
Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız
Biz kirli ve temiz çamaşırları
Aynı zaman aynı minval üzere katlarız
Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız

Siz kalbe hançer gibi giren
Siz kalpten ağaç gibi çıkan
Siz bize şahdamarımızdan yakın
Siz yüzükler içindeki kan
Siz inançların sedef kabuğunu
Ebabil kuşlarının gagalarıyla kıran

Bununla beraber üzülmediğinizi biliyoruz
Gün gelecek toprağın altına uzanacağız
Her gece saat beş sularında sizi
Toplardamarlarımızın içinde bekliyeceğiz

5 Aralık 2013 Perşembe


Bazı insanlar hayatını kaybetmez. Hayat onları kaybeder ancak... 
Nelson Mandela için yazmış birisi böyle. Ne kadar doğru, ne kadar yerinde bir söz etmiş!

Ah Metin Altıok

insan usul usul ölmek için gelir dünyaya.
başlar her gün biraz daha insan olmaya.
ve ölürken usul usul ne tuhaf;
aşık olur, kedi besler, isim verir eşyaya

27 Kasım 2013 Çarşamba

Bir Eflatun Ölüm

Dün hiç yoktan bir dizi izlerken, rastladım bu şiire. Kulaklarıma inanamadım, daha bir yakına gittim, duymak için. Evet bildiğimiz, sevdiğimiz, serin bir Behçet Aysan şiiriydi, tastamam! O kadar çok sevindim ki, defalarca okudum, hayat ne güzeldi ya, şiir vardı, bir süre durup bu şiiri sevdim. Sonra, o kadar derinden hissettim ki, canım Zeynep, Zeynom olsaydı dedim, bir telefon edip, ayyyyy zeynooooooo mükemmel bir şiir bu  deseydim sonra uzun uzun konuşsaydık, ay öperim yawrum deyip kapatsaydık telefonu. İyice şaşkoloz oldum, o kadar şiir şiir dedikten sonra şiiri paylaşmadan yazıyı sonlandırıyordum neredeyse.  Evet işte şiirimiz:


Bir Eflatun Ölüm

kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim

sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım

git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım

ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.

aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.

söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım

belki
sararmış
eski resimlerde kalırım

belki esmer bir çocuğun dilinde.

bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti

değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.

aynı gökyüzü aynı keder.

24 Kasım 2013 Pazar

Uykudan Önce

Uyumadan evvel, canım Zeynep'in hediyesi Metis Ajanda takıldı gözüme. Bugün öğretmenler günün yanısıra hiçbir şey satın almama günüymüş. Gülümsedim. Hala gülümsetiyor canım Zeynom. Uyumadan evvel niyetim aslında kitap okumaktı ama takıldım kaldım burda. Oya Baydar, Kayıp Söz bu ara okuduğum kitap. Ama bilmem neden, ilerlemiyor bir türlü. Kıyamıyorum da, beni içine çekeceği zaman gelene kadar sebat etmem gerekli sanırım. Henüz çok başında olmama rağmen, kitabın büyüsünün kendini hemen elevermeyeceğini sezebiliyorum. Kitaba birazdan döneceğim ama dönmeden bir şey gördüm, onu yazacağım. Sanırım, Zeynep de, blogunda bunu türküler ile ilgili yazısında bunu yazmıştı. Ama blogu açıp bakamıyorum, beni çok acıtıyor, sesini duyar gibi, duvara arkasını yasladığını görür gibi oluyorum canım Zeynomun. Bir şiir mi arıyordum, şu an ne aradığım konusunda en ufak bir şey kalmamış aklımda, bir bloga rastladım. Orda şu satırlar el etti bana. Burdan da paylaşmadan geçemedim. Sanırım, bunu burdan aktardıktan sonra üzerine söz söylemek ayıp olur. Çok hisle yazılmış demekle yetinip, kitabıma dönüyorum.                                                                                      "kürtçe dedi anneannem, kalbin dilidir. türkçe, müziktir. bir şarap deresi gibi akar, yumuşak, tatlı, parlak. bizim dilimiz, diye bağırdı acının dilidir. ölümü tattık hep; dilimizde nefretin, acının yükü var…”

(Yaşayanlar ve Ölüler – William Saroyan)                                

18 Kasım 2013 Pazartesi

Merak ile Tecessüs


Merak ile Tecessüs


Yıldırım Türker, 10.11.2013, Özgür Gündem
Rachel Corrie, “Hepimiz, diğer çocukları merak eden çocuklarız” diyordu anasına yazdığı ilk mektupta. Sınırda, İsrail askerlerinin yerle bir ettiği evlerin yıkıntıları arasında gezinirken sınırın öte tarafından Mısırlı askerler ona el etmiş, bir tankın yaklaşmakta olduğunu haber verip, ‘Kaç, kaç’ diye bağırmışlardı. Sonra Rachel’a adını sormuşlardı. Bu ‘dostça merak’ın tuhaf gücü, Rachel’ın dünyayı okumasının anahtarlarından biriydi. Barış eylemcisi Rachel Corrie, İsrail Ordusu’nun Gazze şeridinde Filistinlilerin evlerini yıkmasına engel olmaya çalışırken bir buldozer tarafından ezildi.

İnsanlığı tam ortasından keskin bir bıçakla ikiye bölebileceklerini düşünenlerin en korktuğu şey, meraktır.

Merak tanıştırır, dönüştürür. Duvarları, sınırları gülünç kılar.

Gezi kalkışmasında da muktedirleri çaresiz kılan, diğer çocukları merak eden çocukların buluşmasıydı.

Çocuklar, ülkenin bütün meydanlarında merak ettikleri diğer çocuklarla kaynaştı. Çünkü merak, nesnesine yanıbaşından bakar. Kol kola girmek için.

İktidar aygıtının bayraklaştırdığı, bendelerine dayattığı ise tecessüstür.

“Orada neler oluyor? Karışık şeyler dönüyor”, tecessüsün parolasıdır.

Merak yaklaşıp bakar; tecessüs uzaktan sinsice gözetler.

Merak, sağaltmak ister. Tecessüs, denetleyip parçalamak.

Merak, meydanları günlerce, gecelerce büyük bir şenlik ateşiyle iktidarsız kılar. Tecessüs, sarı sırıtışıyla iktidara muhbirlik eder.

Merak, vermenin bilimidir, kucaklamak ister. Tecessüs ise gasp etmenin gözüdür, işgal etmek ister.

Gezi kalkışmasında çırılçıplak bir dille onyıllardır Kürtlerin gördüğü zulmü nihayet anladığını itiraf eden dil, metropollerin bağrında patlatılan işaret fişeğidir. Bütün dünya, ışığını merakla izler.

Rojava devrimi de bütün dünyaya tutulan göz kamaştırıcı bir aynadır. Her dünyalı o aynada kendine bakabilir. Tecessüs iktidarı için en büyük tehlike olmasının nedeni de budur. Rojava devrimi bütün insanlığı bambaşka bir oyuna çağırır. Kışkırtır. İnsan kalmanın mümkün olduğunu hatırlatır. Soyar, güçlendirir, dünyanın öbür ucundaki çocukların da sırtını okşar.

Çünkü merak soyar, anlaşılır kılar. Tecessüs ise üstünü örter, nesnesini daha başından suçlu ve düşman ilan eder.

Merak, gönül gözüdür. Tecessüs, körleşme.

Merak, hakikatin peşindedir, tecessüs iktidarın.

Hakikat, bu milletin başına en beklenmedik anda gelen bir felaket; başa çıkılması, idare edilmesi, törpülenip biçimlendirilmesi, evcilleştirilip yenir yutulur hale getirilmesi gereken anlatıdır. Devletin görevi, yaşananla aramıza girivermek, ‘el çabukluğu marifet’ düsturuyla delilleri bir çırpıda ortadan kaldırmaktır. Devlet, her an suçlu olduğunu iyi bilir. Ayakta kalabilmesini bu bilgiye borçludur.

Bugün Özgür Gündem’de toplanmaya başladık. Şimdi can çekişen mütecessis zamanlama analistleri, strateji şabanları, gazete yanaşmaları, dönem mutantları mutlaka bir yerlerde ‘zamanlamanın manidarlığına’ dikkat çekiyorlardır. Genellikle her birinin gönlünde küçük bir ‘röntgenci birader’ oturduğundan arada bir düşman bellediklerinin gizli hesabını, hiçbir hinliğini yutmayan uyanık münevver kantosuyla ortaya fırlarlar: Zamanlamaya dikkat!

Haydi itiraf edelim: Bu toplaşmanın zamanlaması gerçekten manidar. HDP’nin zamanlaması da öyle. Burada gerçekten de aklınızın ermeyeceği ‘karışık işler’ dönüyor. Hem de kadınlı erkekli.

Gezi kalkışmasıyla aramıza bir gaz bulutu gerip, meraklı çocukların oyulmuş gözlerinden bir korku duvarı örmeye çalışanların bizi bile şaşırtan fütursuzluğu, yenilginin hırçınlığından başka bir şey değil.

Bu kirli zamanlarda yüreklerimizi genişletmenin yolu, birbirini merak eden çocukların birlikte, bir arada kazanacaklarına olan inançtır.

Rojava’yla aramıza bir duvar örebileceğini zannedenlerin gizli bildikleri de budur.  

Gezi’nin ağaçları kök salmakta. İçimizdeki Rojava uyandı bir kere.

Merakla dostlar! Rojbaş!



16 Kasım 2013 Cumartesi

Rüya

Tubiş'e bugün gördüğüm rüyayı anlatıyorum. Ne güzel hala dost sohbetlerinde rüyalar konu oluyor. Zeynom vardı rüyamda, çok mutlu uyandım diyorum Tubiş'e. Sonra şunları ekledim peşine.                     Şimdi şey geldi aklıma, bi kez Zeynoda kaldığım gece, yatağıma nevresim getirdi, odayı klima ile soğuttu, başucuma su getirdi, sonra hadi iyi uykular dedi, kapıyı kapatırken dur dedim, iki yanağından öptüm sanki bi yere gidiyormuşuz gibi, sabah kalktığımızda yanyana olacağız nasılsa demiştik. İyi ki öpmüşüm o zaman! 

14 Kasım 2013 Perşembe

Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı. Tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım. Saydım insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.                                                                                                                       Didem Madak

4 Kasım 2013 Pazartesi

Kütüphane

Murathan Mungan, kütüphane hem geçmiş hem gelecek olarak düşünülebilir, demiş. Ve aşağıdaki linki paylaşmış. Göz atmak ya da okumak isteyenler varsa buyrunuz efem.                                          http://www.mimdap.org/?p=128404

1 Kasım 2013 Cuma

ELMALAR ve ZAMAN

01.11.1982 doğmuşum, elmalar sevinmiş, babama vermiş müjdeyi. Elma kokan sonbaharda,  bir de ikindi vaktinin sarısı girince işin içine böyle gel git akıllı bir şey olmuşum işte. Ve bugün iki haylaz arkadaşım da yanımda değil, zeynom ve pıte (babaannem). Onlar olmadan ilk yaş alışım, az nefes alışım belki de. Evet ya, cidden sanki içime çektiğim hava eksildi. Ayaklarım, ellerim, baktığım gök, ne oldu hepsine. Bir şey oluyordu, dalga geçiyorduk, sonra bir şey daha oluyordu hüzne dönüyorduk ama, öyle bir an, bir tül perde gibi havalandırıp bırakıyordu kendini, çok durmuyorduk üzerinde. Ömer Hayyam’dan şu dörtlüğü okuyup geçiyorduk.  


bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende,
gül rengi şarap içilmez mi böyle günde ?
seher yeli, eser yırtar eteğini gülün,
güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün.
bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
kimse bilmez, kimse bilmez...



İyi geliyordu şarkılar, şiirler iyi ediyordu, biz iyiydik hep beraberken. Babaannem, yolculuk öğretiyordu, çıkınını açıyordu. Bohçalara zaman koyuyorduk, ilerde lazım olur diye. Sonra İstanbul vardı, bi İstiklali vardı aklını alır insanın. Pacific’te cumartesisi vardı Zeyno’mun, gazeteleri, dergileri. Sonra Tanju vardı, “aa bu ne güzel bişeymiş” dediğinde “al senin olsun” diyen, Zeyno’mun masasına en çok ihtimamı gösteren. Bir bahar gibi yürürdü Zeynom, çiçekleri vardı her yere gizliden dökülen. Çapraz minik lacivert çantası, kırmızı cüzdanı, fırfırlı eteği, kırmızı ruju, küpeleri, ojesi, lülesi dökülen saçı, sonra saçında pembe bir tutam vardı ki ne sevinmiştik o gün. Varuşyan’da balık vardı, kafanı çevirsen deniz, yüzüne baksan bahar bir kız vardı karşında oturan. Samatya’da kara gözlü çocuklar, yumrucuk, boncuk boncuk hepsi. Güneş de güzel, yağmur da güzel, kış da güzel, kış bile ışıl ışıldı sanki. Cuma akşamlarımız, iş çıkışlarını iple çektiğimiz. Hep gitmek isteyip, de bi punduna getiririp gittiğimiz fakat kapısından o gün kapalı olması sebebiyle döndüğümüz Caferağa Medresesi. Bunlar hep vardı, şimdi de var. Şimdi belki o zamandan daha çok var. Şimdi Zeynom yanımda değil ya, hep var bunlar, hep içimde ışık, kalbimde tüy hep.

25 Ekim 2013 Cuma

Kavaklar

Ah kavaklar, ah kavaklar... Nerden aklıma düştü, nerden içimden geçti bilmeden dilimde mırıldanırken buldum. Ne güzel bir Metin Altıok şiiridir. Şimdi bu şiirler, bu şarkılar, bu elma, bu çiçek, hep Zeynom olmadan da oluyor ya, yok olmuyor, feri söndü dünyanın.                      

http://m.youtube.com/watch?v=3HTXA40gZek

23 Ekim 2013 Çarşamba

Görmek

Ek kararı henüz tebliğ almadik dedi, görme engelli değerli bir avukat. Dosyadan görmüşsünüzdür herhalde  dedim. Cevaben,  iki gözüm kör olsun ki görmedim dedi. Sonra hep birlikte gülüştük.  

20 Ekim 2013 Pazar

EMPORİO ARMANİ


Facebook'ta bir arkadaşın paylaşımında rastladım aşağıdaki yazıya. Sonra Agos'ta ilgili yazıyı aradım ama bulamadım. O yüzden linki paylaşamıyorum. 

Akla ziyan bir hikaye! 

EMPORİO ARMANİ NASIL ERMENİ İMPARATORLUĞU OLDU  (Zakarya Mildanoğlu-AGOS)


"Bir süre önce duyduğum bir hikâyenin peşinden gittim ve garip mi garip bir soruşturmanın tutanaklarına ulaştım. bununla yetinmedim, iz sürerek, olayın kahramanlarını, daha doğrusu mağdurlarını buldum ve hikâyeyi bir de onların ağzından dinledim. ulaştığım belgeleri ilk okuduğumda bir kara mizah öyküsü gibi gelmişti her şey. ancak gülünüp geçilecek bir olay değildi, çünkü gerçekten yaşanmıştı.

olay, 12 eylül darbesinin etkilerinin yoğun bir şekilde sürdüğü 1988 yılında geçiyor. bu ülkede ermeni olarak yaşamanın nasıl bir şey olduğunu merak edenler, özellikle darbeler sürecinde ermenilerin hangi dertlerle boğuştuklarını anlamak isteyenlerin ibretle okuması dileğiyle… 

sen misin armani giyen!

1988’in yaz aylarında, istanbul’da yaşayan ve birbirini tanımayan üç türkiye cumhuriyeti vatandaşı yaz tatillerini geçirmek için avşa adası’na gittiler. adları, hasan bahar, ülgen çağdaş ve giragos (giregöz) merkezoğlu’ydu. aralarında sadece merkezoğlu gerçekten ermeni’ydi, ama belli ki yetkililer işin bu boyutuyla pek ilgili değildiler.

birbirini tanımayan üç kişi, henüz tatillerinin tadına varamadan, jandarma tarafından oldukça “ciddi” bir iddiayla gözaltına alındılar. haklarındaki suçlama, “ermeni propagandası yapmak” ve “ermenistan imparatorluğu kurmak için örgüt oluşturmak”tı. üstelik bu hain düşüncelerine ait malzemelerle birlikte ele geçirildiler ve mevcutlu, yani elleri kelepçeli olarak mahkemeye çıkarıldılar.

üç vatandaşın ilk sorguları jandarma tarafından yapıldı. “hainler! ermeniler! namussuzlar!” gibi hakaretler eşliğinde ifade verdiler. başta suçlarının ne olduğunu bilmiyorlardı. ancak bir süre sonra, adada çıkan bir yangının ermeni örgütlerinin başının altından çıktığı yönünde bir ihbarın kurbanı olduklarını anladılar... yangını çıkardığı iddia edilen ermenilerin, üstüne üstlük bir de koskocaman emporio armani yazılı tişörtlerle salınarak dolaşıyor olmaları birilerinin ağırına gitmiş olmalı ki, ihbar edildiler. suç unsuru, giydikleri emporio armani marka kıyafetlerdi… armani tişört giydiklerine göre, demek ki ermeni propagandası yapıyorlardı. armani şort giydiklerine göre, demek ki ermeni imparatorluğunun kurulması için faaliyet gösteriyorlardı. bundan ala delil mi olurdu!

hakaret ve kötü muamele altında ifadelerini verdiler. apar topar bulunan bilirkişilere emporio armani yazısının ne anlama geldiği soruldu. üç bilirkişi de bunun ticari bir marka olduğu ve ermeni propagandasıyla bir ilgisi olmadığını söylemesine rağmen, dosya kapatılmadı. gerekli tutanaklar hazırlandı ve o tarihlerde avşa’da bir yargı merci bulunmadığı için, üç ‘zanlı’ suç delilleriyle birlikte marmara adası sulh hâkimliğine sevk edildiler.

neyse ki, üç sanık, savcılık sorgusunun ardından “tutuklamaya yer olmadığı” yönünde kararla kurtuldular. bu badireyi bir kazaya uğramadan kurtuldukları için mutluydular. kısa bir süre sonra, istanbul devlet güvenlik mahkemesi cumhuriyet savcılığı kararıyla, ‘suç unsuru’ olarak görülen tişörtlerin kendilerine iadesi kararı çıktı ve bu garip macera da burada sonlandı.

resmi belgeler işiğinda ‘emporio armani’ vakasi

bilirkişi raporut.c marmara sulh hâkimliği

sayı: 1988/25 haz.

ermeni propagandası yapmak suçundan sanıklar hakkındaki soruşturma evrakı hakimliğimize gönderilmekle; olayın soruşturmasını yapmak ve tşörtler üzerinde yazılı bulunan yazının propaganda mahiyetinde olup olmadığını tesbit etmek için bu dilden anlayan şahısların hakimliğimize hazır bulunmaları hususunda belediye başkanlığından hoparlörle ilan yaptırmakla hakimliğimize başvuruda bulunan şahıslar dışarı çıkarılarak ayrı ayrı huzura alınıp dinlenmelerine geçildi.

bilirkişi tercumani ömer nail gençtürk: osman vedat oğlu, 1958 yılında mahireden olma, aslen istanbul, ortaköy, beşiktaş ilçesi nüfusuna kayıtlı olup halen 1. levent, karanfil caddesi no:33 istanbulda oturur ve ve-ge hassas kağıt ve yapıştırıcı bant sanayi ve tic.a.ş. (halkalı asfaltı no:243 sefköy-istanbul) ortaklarından sanıkları tanımaz, bilirkişiliğe mani hali yok bu işlerden çok iyi anlar usulen yemin yaptırıldı soruldu.

tarafıma verilen üç adet tşört ile bir adet şort ve bir adet aşofman üzerinde gerekli incelemeleri yaptım. bunlar üzerinde emporio armani yazılıdır. ve bu çok ünlü bir italyan firması olup bu firma konfeksiyonculukla meşgul olmaktadır. ve firma sahibinin soyadı armani’dir. ve yazılar ingilizce olmayıp italyancadır. aynı zamanda bir modacının adıdır. bu şekilde ismigeçen pek çok ünlü modacı bulunmaktadır. mesela benotton gibi. bu şahıslar tişörtlere isimlerini vermekle ve bu sayede reklam yapmaktadırlar. ermeni kelimesi ise armania (armenia) şeklinde yazılmaktadır. benim yaptığım incelemeler sonucu ortaya çıkan gerçek budur kesinlikle her hangi bir ermeni propagandası yapılma amacı bulunmamaktadır. ben bu kanatteyim. ve belediye ilanını duyunca buraya geldim hakimliğinizden de her hangi bir ücret talep etmiyorum dedi.

üzerindeki ehliyetnamesi alınıp incelendi. beyanına aynen uyduğu ve istanbul beşiktaş ilçesi ortaköy mahallesi cilt:12, sayfa:18 kütük:35 de nüfusa kayıtlı bulunduğu görülmekle ehliyetnamesi iade edildi. beyanı okudu imzası ile tasdik etti. 

27.7.1988 marmara sulh hâkimi 25341 kâtip 361 bilirkişi - tercüman

bilirkişi tercüman hikmet gürkaynak: fikret oğlu 1936 yılında nimetten olma, aslen erzincan ili, çayırlı ilçesi, harmantep köyü nüfusuna kayızlı olup halen 5 tepe, mecnun sokak 58/1 ankara adresinde oturu ve desiyab da uzman olarak çalışır, sanıkları tanımaz, tercümanlığa mani hali yok, usulen yemin yaptırıldı soruldu.

tarafıma tevdi edilen eşyaları inceledim. ve bunların çok ünlü bir italyan firmasının adını taşıdığını ve tişörtlerin boyun kısmında da markalarını yazılı olduğunu tesbit ettim. üzerindeki yazılar italyanca olup armani çok ünlü bir italyan modacıdır. ve ermeni anlamına gelmemektedir. çok ünlü bir firma olduğu için imparatorluk adı ile de anılmaktadır. yani çok ünlü bir italyan firmasının ismidir kesinlikle ermeni imparatorluğu anlamına gelmemektedir. ayrıca ben ilanınız üzerine buraya geldim ve herhangi bir ücret talep etmiyorum vatandaşlık görevimi yaptım dedi.

üzerindeki nüfus cüzdanı alınıp incelendi. yukarıdaki beyanına aynen uyduğu harman tepe köyü, cilt:02/02,sayfa: 032, kütük sıra no:34 de nüfusa kayıtlı olduğu görülmekle nüfus cüzdanı iade edildi. beyanı okundu imzası ile tasdik etti. 

27.7.1998 marmara sulh hâkimi 25341 katip 361 bilirkişi- tercüman

bilirkişi tercüman suha günay: erdoğdu oğlu, 1966 yılında sevimden olma, aslen antalya korkuteli ilçesi bozova köyü nüfusuna kayıklı olup, halen iskele caddesi no:32/19 caddebostan istanbul’da oturur ve istanbul noterlerine yeminli tercümanlık yaptığını beyan etti, sanıkları tanımaz, bilirkişiliğe mani hali yok usulen yemini yaptırıldı soruldu. ben istanbul 1.4.5.6.12.14.24 v3 25. noterlerine yeminli tercüman olarak çalışırım. ingilizce ve almanca dillerini çok iyi bilir ve latince kökenli diğer dillerden de iyi anlarım. şu anda bana tevdi ettiğiniz tşörtler ve şort ile eşofman altı üzerinde yazılı olan emporio armani çok ünlü bir italyan moda firmasıdır. nasıl ki türkiye’de vakko ile beymen gibi firmalar var ise italya’da da bu çok ünlü firma bulunmaktadır. ve çok büyük bir firma olduğu içinde imparatorluk adı ile dahi anılmaktadır. yine tişörtlerin ön yüzünde ki kartal resmi ve altında yazılı bulunan -g-a- harfleri ise bu firmanın amblemidir. yani onun işaretidir. (g) harfi firma sahibinin adı olan georges’i (a) harfi ise soyadı olan armani’yı ifade etmektedir kesinlikle ermeni propagandası niteliği taşımamaktadır. eğer ermeni imparatorluğu şeklinde bir propaganda yapılma niyeti olsaydı “armenia empire” şeklinde yazılması gerekirdi. dolaysı ile bunu giyen şahıs veya şahısların bu propaganda niyeti ile giymelerine imkân bulunmadığı kanaatindeyim, kendilerini de kesinlikle tanımıyorum. mahkemenizin belediyece yaptırmış olduğu ilan üzerine ve bende tatilimi geçirmek için buraya geldiğimden vatandaşlık görevi gereği olarak buraya geldim hâkimliğinizden her hangi bir ücrette talep etmiyorum dedi.

bilirkişinin üzerinde bulunan sürücü belgesi incelendiğinde istanbul ili, trafik tescil şube müdürlüğünden almış olduğu –b- sınıfı sürücü belgesi olduğu ve 19.7.1985 tarihli ve 657399 numaralı ehliyetname olduğu görülmekle iade edildi. beyanı okundu imzası ile tasdik etti. 

27.7.1988 marmara sulh hâkimi 25341 kâtip 361 bilirkişi- tercüman

sanıkların ifadelerit.c marmara sulh hâkimliği

sayı: 1988/25

sorgu zapti

marmara sulh hâkimi: oğuz çelik 25241 kâtip: fahrettin ovalı 361ermeni propagandası yapmak suçundan sanıklar hakan bahar, ülgen çağdaş ve giregöz merkezoğlu’nun ayrı ayrı yerlerden bulunarak hakimliğimize mevcutlu olarak gönderildikleri görülmekle ve tişörtler üzerinde gerekli bilirkişi incelemeleri ayrıntılı şekilde yapılmış olmakla sanıkların sorgularının yapılması için ayrı ayrı huzura alınıp ifadelerinin alınmasına geçildi.

sanik hasan bahar: ismail oğlu, 1960 yılında hacerden olma, aslen istanbul ili, üsküdar ilçesi, kazasker ahmet mahallesi cilt:1, sayfa:142 kütük sıra no:14 de nüfusa kayıtlı olup halen istanbul bahçelievler ömür arkası ödül kent, b blok d:1 de oturur, evli, bir çocuklu, okuryazar sabıkasız, türk, islam, oto servis işletmecisi olarak topkapı ticaret merkezi, cevizli bağ no:70 de babası ile birlikte çalışır.

sanik ülgen çağdaş: ferit oğlu, 1972 yılında müjgandan olma, aslen istanbul ili, beşiktaş ilçesi, nüfusuna kayıtlı olup halen tanzimat caddesi güvenel apt.kat:8 no:17 yeniyol, göztepe istanbul’da oturur bekâr, okuryazar, sabıkasız, türk, islam, eseniş koleji 1. sınıfta okur.

sanik giregöz merkezoğlu: krikor oğlu, 1949 yılında nazlıdan olma, aslen sinop ili, boyabat ilçesi, kerçioğlu köyü, cilt:007/03, sayfa: 33, kütük sıra no:142-11 nüfusuna kayıtlı olup halen istanbul şirinevler mehmet akif mahallesi 6.sokak no:38 de oturur, evli, 2 çocuklu, okuryazar, sabıkasız, türk, islam, halen şirinevler mithat paşa caddesi no:8 de oto kaportacısı olarak çalışır.

sanıklara ayrı ayrı müsnet suçları anlatılıp ayrı ayrı savunmaları soruldu.

sanık hakan bahar: savunmasında: ben jandarmada ifade vermiştim. ancak aldığım şahıs çaycı ömer değil, onun kardeşi ibrahim’dir ve benden başka pek çok kişide bu şekilde olan tişört ve şortlardan almıştır. kesinlikle kötü bir niyetimiz yoktu. ve ayrıca ben diğer sanıkları da tanımıyorum. ben avşa adasına tatilimi geçirmek için ailemle birlikte gelmiştim. ayrıca bu tişört firması çok ünlü bir italyan firmasıdır ben de moda gereği alıp giymiştim. müsnet suçlamayı kabul etmiyorum dedi.

jandarmaca tutulan tutanak okundu soruldu: bir diyeceğim yoktur dedi.

26.7.1988 tarihli jandarma ifadesi okundu doğru ve bana aittir dedi.

nüfus cüzdan sureti okundu. doğru ve bana aittir dedi.

sanık ülgen çağdaş savunmasında: söz konusu beyazlı tişört bana aittir. ve bana annem almıştır. çok ünlü bir firmanın malı olduğu için bana hediye etmiştir kesinlikle müsnet suçu işlemiş değilim dedi.

jandarmaca tutulan tutanak okundu bir diyeceğim yoktur dedi.

jandarma ifadesi okundu doğru bana aittir dedi.

nüfus cüzdanı sureti okundu doğru ve bana aittir dedi.

sanık giregöz merkezoğlu savunmasında: ben istanbul topkapı’da dolaşırken bit pazarında tişört ve eşofman altını 20.000 lira ödeyerek aldım. avşaadasına zülfi kanarya pansiyonuna geldim. gelelide bir hafta olmuştu. bir haftadır bunu giyiyordum ancak dün avşada boncuk vesaire satan şahısın biri bunu niye giyiyorsun dedi ve bizi karakola getirdiler bu günde buraya getirdiler. ben diğer şahısları tanımıyorum kendileri ile hiçbir dostluğum yoktur ayrıca bu şekilde propaganda yapmayı düşünmem. ben devlete saygılıyım suçsuzum dedi.

jandarmaca tutulan tutanak okundu bir diyeceğim yoktur dedi.

jandarma ifadesi okundu doğru bana aittir dedi.

nüfus cüzdanı sureti okundu soruldu: doğru ve bana aittir dedi.

g d: toplanan delil durumuna, sanıkların savunmalarına ve belediye hoparlörü ile yapılan ilan üzerine hâkimliğimize müracaat eden bilirkişi-tercümanların yeminli beyanlarına göre sanıkların müsnet suçu işledikleri hakkında aleyhlerinde her hangi bir delil bulunamadığı gibi bu kasıtla hareket ettikleri de anlaşılamadığından sorgusu yapılan her üç sanığın tutuklanmalarına yer olmadığına ve serbest bırakılmalarına, evrakın ele geçen (suç eşyası olan olduğu iddia edilen) üç adet tişört, bir adet şort ve bir adet eşofman altı ile birlikte gereğinin takdiri için erdek c. savcılığına tevdiine itirazı mümkün olmak üzere karar verildi. 

27.7.1988 katip 361 marmara sulh hakimi 25241

ermeni teröristlerle 23 yil sonra görüştük

yaşandıktan yıllar sonra bu hikâyeyi duyduğumuzda, ermeni propaganda örgütünün üç üyesinin peşine düştük. ikisiyle, yani ülgen çağdaş ve giragos (giregöz) merkezoğlu ile yüz yüze sohbet ettik. çok istememize rağmen ne yazık ki hakan bahar’a ulaşma şansımız olmadı.

‘ermeni örgütü’nün en küçük üyesi, 1988’de on altı yaşında olan çağdaş ülgen büyümüş. üniversite eğitimini tamamlamış ve askerliğini yapmış, iş hayatına atılmış. giragos usta ise hâlâ o tarihteki ekmek teknesiyle, yani boya kaporta işleriyle haşır neşir.

ülgen: diskotekte bir kızla buluşacaktım

• ‘ermeni propagandası’ suçlamasıyla karşılaştığın olay nasıl gelişti, biraz anlatır mısın?

yaz tatili için avşa adasına gitmiştik. bir akşam diskoya gideceğiz. yanımda yeğenlerim, dayım var. tam askeriyenin önünden geçerken kapıda nöbet tutan çocuk “şışt şışt, gel!” dedi. gittim, aldı beni içeriye götürdü. içerde komutan oturuyor, ayakta da benden uzun boylu sivil giyimli bir herif var. geldi tişörtümün iç yakasında bulunan etikete baktı. “aaa bu da onlardan komutanım” dedi. sonradan öğrendiğim kadarıyla baktığı boyun etiketinin üzerinde emporio armani yazısı varmış. “gidebilir miyim?” derken hiçbir şey söylemeden içeri attılar beni. içeride birkaç kişi daha vardı. hepsi kelepçeli. ben küçük olduğum için kelepçe takmadılar. o zamanlar avşa’da nezarethane yokmuş.

• neyle suçlandığını, ne hata, ne kusur işlediğini açıkladılar mı?

nedenini bilmiyorum. iki kişiyle birlikte marmara adası sulh hakimliği’ne götürüldük. mahkemeye çıkardılar bizi. ermeni propagandası yapıyormuşuz, ermeni imparatorluğu kurma fikrindeymişiz. ben o tarihte on altı yaşındaydım. ilk anda ne olduğunu, ben anlayamamıştım, çok sonraları ne olduğunu anlayabildim.

• diğer iki kişi kimdi? neden almışlar onları?

o tarihlerde bir yangın çıkmış avşa’da. gazetelerden arayıp soruyorlar. bizle bu yangın arasında bir ilişki arıyorlar. ermeniler hani ayaklandılar mı diye, neler yazıyorlarsa kafalarında, ne düşünceler varsa, ona bağlıyorlar bu yangını. göğsünde emporio armani yazan tişörtü giyen ve ilk yakalananın bir ermeni olması bunları tam inandırıyor. sonuçta bir tane ermeni var aramızda, bunlar kesin ermeni propagandası yapıyor diyorlar. böyle bir olay.

• nasıl sonuçlandı bu dava?

marmara adası’nda hâkim karşısına çıktık, o sordu biz böyle bir şey yapmadık dedik. serbest olduğumuzu açıkladı. oradan tekrar avşa’ya döndük ve bizi hep birlikte erdek’e götürdüler, ama niye gittiğimizi, ne yaşadığımı hatırlamıyorum. tutanaklarda her şey var. tatilimiz zehir oldu. halbuki o gün sarışın bir kız arkadaşımla diskotekte buluşacaktım. istanbul’a döndükten sonra karakoldan çağırdılar. gittim. kapıdaki polis “sen ne yapmışsın” dedi. ne yapmışım? “ermeni propagandası yapmışsın” sen dedi. yok abi öyle değil, şöyledir, böyledir, bildiğin gibi değil dedimse de seni devlet güvenlik mahkemesi’nden çağırıyorlar, gideceksin, iyi gideriz dedim. böyle saçma sapan bir durumdu işte...

• dgm’ye niçin çağırmışlar seni?

suçsuzluğum kanıtlanmış. o zaman tabii üstümüzdeki suç delili saydıkları tişörtleri tutuklamışlar. onları iade etmek için çağırmışlar. bir poşet içinde teslim ettiler. hiç unutamam dgm’deki savcı mı hâkim mi bilmiyorum, sana bir olay anlatacağım dedi. buyurun dedim. “bir lahmacuncu domates falan kesmek için yanında bıçak taşıyormuş. polisin biri gelmiş lahmacun almış, sonra da bu ne biçim lahmacun lan diye bir yumruk atmış. hır gürden sonra polis gitmiş. polis gitmiş ama lahmacuncunun kendisini şikâyet edebileceği aklına takılmış. ertesi gün lahmacuncuyu polise bıçak çekmekten tutuklamışlar. içeride, cezaevinde isyan çıkmış ve lahmacuncu öldürülmüş. dikkat et oğlum, burası türkiye!” dedi bana.

• savcı seni resmen tehdit etmiş?

bilemiyorum, ben o gün lahmacuncu için çok üzülmüştüm. o zaman anlamıyordum. nerden bileyim ben.

• gençliğinde ermeni arkadaşın oldu mu? 

olmaz olur mu. bakırköy sokaklarında onlarla birlikte büyüdüm, ben de onlardan biriydim, ben de mahallenin çocuğuydum. sonra ermeni propagandası yapan bir çocuk oldum. ermenilerin sorunlar yaşadığını düşünemezdim.

merkezoğlu: kurtulunca eşofmanı hemen yaktım

örgütün tek ermeni üyesi giregöz’ü işyerinde ziyaret ettim. önce kimlik yoklaması yaptı, nüfus kâğıdımı evirdi çevirdi, sorular sordu, agos gazetesi yazarı olduğumu belirtince tedirgin de olsa konuşmaya ve kayıt yapmama izin verdi. sinop, boyabat doğumlu olduğunu, o tarihlerde boyabat’ta hâlâ otuz hane ermeni’nin yaşadığını, zaman içinde baskılardan, şiddetten yıldıklarını ve teker teker o toprakları terk etmek zorunda kaldıklarını söyledi. ikinci sınıfa kadar boyabat’ta okuduğunu, türk çocuklarından çok dayak yediğini, evlerinin sürekli taşlandığını ve dedesinin gitmeyin ısrarlarını bile dinlemeyen babası ile istanbul’a göç ettiklerini, eğitimine devam edemediğini, dolapdere’de kaporta ve boya işlerinde ustalaştığını, hepsini birer birer anlattı. sanki anlattıklarını ikimiz de tekrar yaşıyorduk.

giregöz adının nereden geldiğini sorduğumda ise babasının nüfus müdürünü bir türlü ikna edemediğini ve gerçeği giragos olan adının sözde daha kolay telaffuz edileceği gerekçesiyle giregöz olarak kayda geçtiğini söyledi. dava tutanaklarındaki kimlik tespitinde müslüman türk olarak yazılıydı. sordum… meğer o da yanlış yazılmış.

• giragos usta, ne oldu avşa adası’nda?

eşim, ben, 7 ve 9 yaşındaki kızlarımla tatile gitmiştik. bir sabah erkenden balık almak için eşimle limana indik. sabah keyfini yaptık, çayımızı içtik, poğaçamızı yedik. karakolun yanındaki pansiyona dönerken köşede, bir delikanlının yeni açmaya başladığı tezgâhında örgülü tişört gibi bir şeye gözüm takıldı, ona bakıyordum. benim üstümde de siyah bir eşofman var. üzerinde emporio armani yazıyor. gel vücuduna bakalım dedi. yüzüme baktı, baktı, baktı.. ‘bir şey mi var kardeş’ dedim. ‘sen ermeni kralı mısın’dedi. ‘niye öyle dedin, ne alakası var’ dedim. ‘göğsünde ermeni kralı yazıyor, sen ermeni propagandası yapmak için adaya geldin, biz bu adadan kimleri sürdük biliyor musun’ dedi. gençten bir çocuk. adam yapıştı yakamıza. ben de gencim, kuvvetliyim, ben de yapıştım. millet toplandı. pata küta vurmaya başladılar bana. hanım çığlık çığlığa bağırıyor. ‘durun ne oluyor gelin karakola gidelim’ dedim, yoksa on beş yirmi kişi linç edecekler. karakola doğru kaçtık.

yeni uyanmış 18-19 yaşında bir çavuşa durumu arz ettim. bana ermeni kralı diye saldırdıklarını söyledim, ermen kralı kim onu bile tanımam dedim. ermeni propagandası yapıyor diye çığlıklar yükseldi. üstündekileri çıkar, bırak git, ben araştıracağım dedi. öğle saatlerinde pansiyona gelip beni karakola götürdü. içeri attı.

• iki kişi daha varmış. çağdaş’la görüştüm. diğeri kimdi?

akşamüzeri yanıma bir delikanlı getirdiler. giydiği şortta emporio armani yazıyor. emekli bir albayın yeğeniymiş. okumuş yazmış biri, amcasının ısrarı üzerine tatile gelmiş. o gelince ben biraz rahatladım. suçlamayı duyunca çılgına döndü. ‘ben ülkücüyüm, benle ilgili böyle bir suçlamada bulunamazsınız’ dedi. ama dinleyen kim. sonra amcası albay geldi. yeğeninin üniversitede dahi olaylara karışmadığını, vatansever biri olduğunu söyleyerek kefil olup alıp götürmek istedi. ama vermediler. ‘senin yeğenin bu adam ile ermeni propagandası yapıyor, nasıl verelim’ dediler. olayın kaymakamlığa, ankara’ya yansıdığını söylediler. ‘bu insanlara işkence yapmayın, her şey anlaşılır’ dedi ve çaresizce gitti. sonra, saat altı civarında o yeni yetme çocuğu da getirdiler.

• ne oldu sonra?

ertesi sabah albay yine geldi. tüm ısrarlara, dil dökmesine rağmen ikna edemedi. mahkemeye çıkarılacağımız söylendi. ellerimiz kelepçeli, yani zincirli olarak marmara adasına götürüldük. albay da bizimle geldi. motorda kelepçelerimizi çözdürdü. yüksek duvarlı bir karakolda vatan hainleri, şerefsizler, siz bu vatanın ekmeğini yiyorsunuz, niye bu vatana ihanet ediyorsunuz gibi ağır küfürler, hakaretler altında karşılandık. haber bizden önce gitmiş. uzun hikâye, emekli albayın çabaları sayesinde mahkemeye çıkarıldık, suçsuz olduğumuza karar verilmiş. önce avşa’ya oradan da jandarmanın bağlı olduğu erdek’e götürüldük ve serbest kaldık. emekli albay olmasaydı başımıza çok iş gelirdi.

• olayın nedenini anlayabildin mi?

avşa adasının tepesindeki zeytinlikte yangın çıkmış. ve fısıltı gazetesi yangını ermenilerin çıkardığını ve bir ermeni grubunun makineli silahlarıyla adaya geldiğini, militanların da yakalandığı yaymış. sözde adayı işgal edeceklermiş. gazeteciler geldi, fotoğraflarımızı çekti. ‘kardeşim, insan çoluk çocuğu ile militanlığa çıkar mı’ dedim. biz hemen apar topar istanbul’a döndük.

• istanbul’da da mahkemeye çıkmışsınız.

burada, dükkânımda oturuyordum. mahallemizin bekçisi elinde bir zarfla bana geldi. ‘giregöz usta durum kötü’ dedi. ‘hayrola? seni dgm’den çağırıyorlar’ dedi. bu da uzun hikâye. bekçi yıllardır tanıdığım biri, samimiyiz. kaybolmamı, türkiye’den kaçmamı önerdi. başıma kötü şeyler gelebileceğini, oraya gidenlerin kaybolduğunu söyledi. çoluk çocuk var, nereye kaçacağım? birkaç gün sonra doğrudan dgm’ye gittim.

• neymiş sorun?

avşa’da el koydukları suç delili eşofmanımı iade edeceklermiş. sekreterliğe gidip almamı söylediler. gittim ama kızgınım. yüksek sesle suçsuzum diye mırıldanıyorum. sekreter bayan susun işareti yaparak yanına çağırdı. alçak sesle konuşmamı, olayımızın büyük olduğunu, buraya gelen binlerce kişinin kayıp olduğunu söyledi. ben istemiyorum, yakın onları dedim. ancak mecburen imzayı atıp teslim alıp eve döndüm ve hemen yaktım."

19 Ekim 2013 Cumartesi

Ah gece! Düş artık yakamdan. Uyumaya çalışırken Zeynep, bahar dalı, kiraz çiçeği Zeynep, Zeynom; canım güzelim bakışıyla içimden hiç çıkmıyor. Nasıl büyük bir yalnızlık bu. Özlüyorum. Özlüyorum. Özlüyorum.

6 Ekim 2013 Pazar

Bir türküde birden bire alabora oluyorsanız, işiniz zor. Bu kadar çok hüzün, bu kadar çok keder iyi değil elbet. Ama elde mi bu sözleri duyup da hiçbir şey olmamış gibi attığın adımı tamamlamak. Ateşten gömleğe sarılmaya talip olmak yetmiyor, ateşi taşıyoruz avcumuzda her gün. Sen buna meyyalsen bir türkü paldır küldür çıkıp yakar  ağıdını en orta yerine hayatının, hiç beklemediğin bir anda hiç beklemediğin bir yerde. Dinleyelim o vakit.


5 Ekim 2013 Cumartesi

MELAL


Evet, bir gün daha devrilmek üzere. Telefonla bile olsa bugün hiç kimseyle konuşmadım. Aa  yok, bir ara ekmek almak için gittim  bakkala , “ Geçen gün 1 TL kalmıştı, onu da alır mısınız?” dedim. Yalnızlık bu muydu? Yalnızlık neydi? (!) Selvi Boylum Al Yazmalım film repliğine benzesin istedim ya, olmadı. Sevgi neydi? Sevgi emekti, sevgi dostça uzanan insan eliydi. Burası öyle uzak bir noktaya atılmış da, kimseler duymuyor kimseler görmüyor yanılsamasındayım. İnsan zihni neyle mukayyet ola ki. Pamuk ipliğine bağlı her şey. Bir saniye sonrası çıldırmak. Bir saniye öncesi melal. Ve biz, “melali anlamayan nesle aşina değiliz”.  Melal deyince gönle düşen ilk  şarkı. Safiye Ayla’dan  dinlemek en güzeli sanırım.



Ne kadar güzel söylemiş. Ne kadar güzel bir ah’tır bu. 

Ahmet Kaya-Dostum Dostum

Ahmet Telli - Kayıp Adresteki

1 Ekim 2013 Salı

Yokuş Yol’a

güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan
dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar
dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan
Kürdistan’da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar
Muş – Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan
eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar
sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan
portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar
bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usanırsan
padişahlar ve Muşlar kanar, darülbedayiler kanar
Muş – Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki
orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar
el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen
benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar
,
Turgut UYAR
   


Bu nasıl güzel bir şiir, nasıl güzel bir şair. Defalarca dinledim, defalarca okudum. Sanırım abarttım, ama şiir iyidir, iyi eder adamı. Turgut Uyar’ın kendi sesinden dinliyor olmaksa apayrı bir saadet. Dinleyiniz ve okuyunuz, iyi gelecek!  




29 Eylül 2013 Pazar

"Anneannem ve ben ölüme inanmıyoruz." Tam olarak böyle miydi, nerden duymuştum ya da nerden okumuştum hatırlamıyorum ama, cümlenin bana kalanları, bende kalanları buydu diyebilirim. 

Canım, güzelim, bahar dalı bir dostluk şimdi elimizde. 

23 Eylül 2013 Pazartesi

"Ay Işığında"



Bu şarkı birden bire çıkınca karşıma, hazırlıksız yakalandım. Önce oralı olmadım. Nasılsa geçer, çok aldırma,  dedim. Sonra elimi kolumu koyacak yer bulamadım. Çaresiz durdum. Usul usul aktı içime. Zeynom geldi aklıma, hiç çıkmayan aklımın bir yerine bir pencere daha açıp,  geldi canım Zeynom. Koca bir yalanın içinde sanki tek gerçek bu şarkıydı, tek gerçek bu ılık piyano sesiydi, tek gerçek canım Zeynom’du. Bazen oluyor işte, hiç ışık yokken bir şarkı gelip  “ay ışığında” diyor size. Bir kaç farklı ses, yorumlamış ama ilk duyduğumda bana hissettirdiklerini hissettiren başka bir yoruma daha rastlamadım. Biri hariç; onun linkini de aşağıya kopyalıyorum.


Böyle yazınca bunları bir bir. İçi kitap dolu, müzik kokan, esintili küçük bir oda düşüyor kalbime. Sonra tül perde havalanıyor. Bahar doluyor içeri, gök doluyor. 

13 Eylül 2013 Cuma

Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir



Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük âmenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

Bütün ağaçlarla uyumuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama ağaçlar şöyleymiş
Ama sokaklar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim dizboyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle döğüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

Turgut Uyar

8 Eylül 2013 Pazar

An Gelir


An gelir 
paldır küldür yıkılır bulutlar 
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet 
o eski, o eski heyecan ölür 
an gelir biter muhabbet. 
şarkılar susar heves kalmaz 
şataraban ölür.
şarabın gazabından kork 
çünkü fena kırmızıdır 
kan tutar, tutan ölür 
sokaklar kuşatılmış 
karakollar taranır 
yağmurda bir militan ölür.
an gelir 
ömrünün hırsızıdır 
her ölen pişman ölür 
hep yanlış anlaşılmıştır 
hayalleri yasaklanmış 
an gelir şimşek yalar 
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını 
direkler çatırdar yalnızlıktan. 
sehpada pir sultan ölür 
son umut kırılmıştır 
kaf dağı' nın ardındaki 
ne selam artık ne sabah 
kimseler bilmez nerdeler 
namlı masal sevdalıları 
evvel zaman içinde 
kalbur saman ölür 
kubbelerde uğuldar Baki 
çeşmelerden akar Sinan 
an gelir 
La ilahe illallah 
Kanuni Süleyman ölür. 
görünmez bir mezarlıktır zaman 
şairler dolaşır saf saf 
tenhalarında şiir söyleyerek 
kim duysa korkudan ölür 
tahrip gücü yüksek 
saatli bir bombadır patlar 
an gelir 
Attila ilhan ölür.

Atilla İlhan

Tubiş’ciğim, Atilla İlhan’ı anımsatınca yukarıdaki Atilla İlhan şiiri günlerdir çalıyor kafamda. Çalıyor diyorum, zira Ahmet Kaya şarkı olarak yorumlamıştı bu güzel şiiri. Yanlış anımsamıyorsam o şarkının adı albümün de adı olmuştu. Hoş o zamanlar yapılan işlere albüm denilmiyordu herhalde. Neyse, bir bakalım neymiş, Vikipedi’de yazanlar şöyle:


An Gelir, 1986 yılında yayınlanmış Ahmet Kaya albümüdür.

Albümdeki şarkılar[değiştir]

1.    "An Gelir" (Şiir: Attilâ İlhan, müzik: Ahmet Kaya)
2.    "Büyüdün Bebeğim" (Söz, müzik: Ahmet Kaya)
3.    "Lili Marlen Türküsü" (Söz: Attilâ İlhan, müzik: Ahmet Kaya)
4.    "Çiğdem Çiçek" (Söz, müzik: Ahmet Kaya)
5.    "Tezkere" (Derleme: Ahmet Kaya)
6.    "Metrisin Önünde" (Söz, müzik: Ahmet Kaya)
7.    "Üşür Ölüm Bile" (Söz: Ülkü Tamer, müzik: Ahmet Kaya)
8.    "Sen İnsansın" (Söz: Attilâ İlhan, müzik: Ahmet Kaya)
9.    "Şeyh Bedrettin" (Şiir: Nazım Hikmet)
10.  "Neyleyim" (Söz: Nevzat Çelik, müzik: Ahmet Kaya)
11.  "Halay Havası" (Söz: Hasan Hüseyin Korkmazgil, müzik: Ahmet Kaya)


Bir Atilla İlhan şiiri daha varmış albümde. Lili Marlen Türküsü, çok severim bu şarkıyı. Özellikle Zagrep Radyosu’nda Lili Marlen türküsü kısmı ilk çarpan kısmı. Savulacak dönem, savulacak düşman… Yok hayır neresinden yazarsam eksik kalacak. En iyisi, bütünlüğü bozmadan tamamını aktarmak.

Akşam olur mektuplar hasretlik söyler
Zagrep radyosunda lili marlen türküsü
Siperden sipere ateş tokuşturanlar
Karanlıkta dem tutan ishak kuşu

Biz insanlar/dünyalılar yemin ettik imanımız var
Hürriyet için, hürriyet aşkına
Savulacak dönem
Savulacak düşman
Dehrin cefasını çektik
Sefasını süreceğiz

Akşam olur mektuplar hasretlik söyler
Zagrep radyosunda lilimarlen türküsü
Dost ağlar karanfilim, dost ağlar karanfilim
Marş söylemeden ölmek bize yakışmaz 

Atilla İlhan

Her iki şarkıyı da dinleyin, iyi geliyor. Ahmet Kaya şarkıları her  ne kadar arabesk bir retoriği barındırsa da içinde, belki de her ne kadar demek yanlış olur, bu yüzden demek de çok ileriye götürmek olur sanki  ama sonuç olarak nedenini nasılı bilmesem de, bu şarkılar iyi geliyor hakikaten. Dinleyiniz efendim. Yanında da şu şiiri ümit niyetine alabilirsiniz.

Güneş değil, inandım,
Serçeler başlatıyor sabahı.

Şükrü Erbaş